X Kuşağı Kadını Olmak: Benim Paradoksum
Ben bir X kuşağı kadınıyım .
Annem bana hep şunu öğretti: “Kendi ayaklarının üzerinde dur, kendi paranı kazan, koca eline bakma.”
Ve ben de öyle yaptım. Çalıştım, direndim, kendi hayatımı kurdum. Önceki kuşaklara göre çok daha özgürdüm.
Ama aynı anda, her sabah okulda and içtim: “Büyüklerimi sayacağıma, küçüklerimi koruyacağıma…”
Yani birey olmam öğretilirken, aynı zamanda toplumun, ailenin, başkalarının sorumlulukları da omuzlarıma yüklendi.
Gençlik yıllarımda evlere şenlik bir motto vardı : “Çocuk da yaparım, kariyer de.”
O zamanlar güç verici gibi gelirdi biz, X kuşağı kadınlarına.
Ama aslında bu, iki kat yükün normal olduğunu söyleyen bir slogandı. Hem evin direği, hem işin yıldızı, hem anne, hem eş olun diyordu bizlere .
Kısacası, bir kadın olarak kusursuz olmamız gerektiğini yerleştiriyordu zihnimize.
O yıllarda ben … evet, özgürdüm.Kendi paramı kazandım, kararlarımı aldım.Ama bu özgürlüğün yanında hep görünmez kurallar vardı: terbiyeli, saygılı ve fedakar olmalıydım .
“Kadın dediğin güçlü olacak, anlayışlı da olacak… ve maddi olarak kocasını da destekleyecek.”
Yani özgürlüğüm hiçbir zaman tam anlamıyla zincirsiz değildi.
Bugün geriye dönüp baktığımda görüyorum ki, tıpkı diğer x kuşağı kadınları gibi, iki ayrı kimliği birlikte taşıdım,
Hem özgür bir kadındım, hem zincirlerle büyütülmüş bir kız çocuğu.Hem kendi hayatımı kurdum, hem de ailenin ve toplumun yüklerini sırtladım. İşimde de vardım, evimde de…
Şimdilerde yaşadığım paradoksum tam da bu kaynaktan besleniyor: aynı anda hem kendi yolumun yolcusu oldum, hem de başkalarının beklentilerinin taşıyıcısı.
Boşandıktan sonra daha sık sormaya başladım kendi kendime:
“Ben kimim bu parçaların arasında?
Fedakâr yanım mı?
Yoksa boşanıp kendi hayatını eline geçirme cesareti göstermiş, ‘koca eline bakmayan’ özgür yanım mı?
Yoksa ikisi de mi?”
Tıpkı Theseus’un Gemisi paradoksu gibi…
Rivayete göre Atina’nın kahramanı Theseus’un gemisi, uzun yıllar boyunca limanda saklanır. Zamanla tahtaları çürür, her parça yenisiyle değiştirilir. Bir noktada geminin bütün parçaları değişmiş olur. İşte o zaman soru çıkar:
Tüm parçaları yenilenmiş bu gemi hâlâ Theseus’un gemisi midir?
Değilse, hangi noktada gemi “başka” bir şeye dönüşmüş olur?
Eski tahtaları toplayıp yeniden bir gemi yapsak, hangisi gerçek Theseus’un gemisi sayılır?
Benim paradoksum da işte buna benziyor.
X kuşağı bir kadın olarak evliliğim boyunca kimliğime eklenen parçalar — eş rolü, toplumun yüklediği sorumluluklar… Boşanmayla birlikte söküldü. Yerlerine yenileri geldi.
Peki ben hala aynı kadın mıyım?
Tıpkı gemi gibi, eski parçaları saklayıp yeniden birleştirsem, eski “ben”i geri çağırabilir miyim?
Ya da boşandıktan sonra kurduğum yeni ben, daha mı gerçek?
Yenilenmiş halimle ben hala “Theseus’un gemisi” miyim?
Yoksa artık kendi adını taşıyan yeni bir gemi miyim?
Kısacası, aradığım cevap şu soruda gizli:
“Ben, hem o eski kadın mıyım? Yoksa tamamen yenilenmiş yeni bir kadın mı?”
Zaman zaman ikisi arasında bocaladığım doğru .. Çünkü geçmişteki halimle şimdiki halim arasında dağlar kadar fark var ..
Boşanmayla birlikte iki farklı kutba doğru çekildim sanki … O fedakar eş bir yerlerde yolunu ve yönünü değiştirdi ..
Ama bana çok güzel bir temel bıraktı … Denizci tabiriyle gemimin omurgasını ….
O yüzden gönlüm ve zihnim ikinci soruya “evet” diyor. Kendimden yeni bir kadın doğurdum, bu net bir gerçek.Ama öte yandan… geride kalan kadın olmasaydı, bugünkü ben de gözlerini asla yeni dünyaya açamazdı.
O halde ben hem o eski kadınım, hem de bu yeni kadın…
Ama en çok da, gerçek sevginin varlığına ve gücüne tüm benliğiyle inanan x kuşağı kadınıyım.
İşte belki de ikinci bahar, bu inançla yüreğimde yeşereceği yeri biliyor ve zamanının gelmesini bekliyor .
Eylül 2025