Aklın Hesabı mı, Kalbin Cesareti mi?

Bilirsiniz, kafamda hep deli sorular dönüp dolaşır benim .

Hadi bugün hep beraber soralım .

Hayat aslında yaptığımız seçimlerin toplamı mıdır?

Bazı inanışlara göre daha dünyaya gelmeden ailemizi seçiyoruz. İşte ilk seçimimiz. Ama ben buna çok katılmıyorum. Çünkü doğduğumuz aile, coğrafya, hatta genetik mirasımız bizim elimizde değil. Yani bazı şeyler seçim değil, verilenler.

Ama bir de seçerek yaptıklarımız var. Bebekken favori oyuncağımızı ya da sevdiğimiz mamayı seçmek gibi basit görünen içgüdüsel tercihlerden, büyüdükçe hayatımızın yönünü belirleyen büyük kararlara kadar: eğitim, dostluklar, evlilik, boşanma, iş, taşınma…

Bir seçim diğerini doğuruyor. Kelebek etkisi gibi: çocukken ilgimizi çeken bir şey, bizi yıllar sonra mesleğimize taşıyabiliyor. Ya da bir kişiyi seçmek, hayatımızın geri kalanını değiştirebiliyor. Bazen farkında olmadan kurduğumuz bir cümle, tanıştığımız bir insan ya da göz göze geldiğimiz bir an, zincirin halkasını değiştiriyor. Küçük gibi görünen bir tercih, koca bir kaderin yönünü belirleyebiliyor. Aşkta bu zincir daha da kırılgan: bir bakış, bir mesaj, bir cesaret anı —hepsi sonraki yılların rotasını çizebiliyor.

Seçimlerimizi çoğu zaman “doğru” ya da “yanlış” diye etiketliyoruz. Oysa belki de mesele sonuçtan çok o seçimlerin bizi nasıl dönüştürdüğünde. Yanlış sandığımız seçimler bile bize en çok şeyi öğretebiliyor. Bizi kıran, yaralayan, yoldan çıkaran kararlar, aslında hayatın en keskin dersleri oluyor. Yanlışmış gibi görünen bir ilişkinin sonunda edindiğimiz bilgelik, sınırlarımızın farkına varışımız, ne isteyip ne istemediğimizi görmemiz —bunların hepsi yolculuğun parçası.

Yıllar önce bir yazımda sormuştum: “Siz hiç yanlış insana aşık oldunuz mu?” Aşk da seçme şansımız zayıf bence çünkü o öyle bir duygu ki insana seçme şansı tanımadığı için adı aşk. Bazen kalbimiz, mantığımızın izin vermediği birini çekiyor —çünkü duygunun doğası öyle: seçim mekanizmasını devre dışı bırakıp bizi bir yere sürüklüyor. Bu yüzden “yanlış seçim” dediğimiz şeyler, aslında kalbimizin kendi bildiği yoldan ilerlemesi.

Ama aşkın ilk çarpışmasından sonra gelen “birliktelik” sürecinde işler değişiyor. Artık sadece kalp değil, akıl da devreye giriyor. Çünkü uzun vadede ilişkileri sürdüren şey sadece tutku değil; güven, sadakat, ortak değerler ve emek de gerekiyor. İşte en zor soru burada beliriyor: Kalp mi, akıl mı?

Kalp bize “çekimi” gösterir, akıl ise “uyumu” hatırlatır. Kalp “heyecan” der, akıl “istikrar” diye fısıldar. Kalp “an”ı yaşamak ister, akıl “yarın”ı düşünür. Kalp seçtirir, akıl devam ettirir. Çoğu insan için en güvenli yol ikisinin arasında dengeyi bulmaktır belki. Ama ben kendi adıma söyleyeyim: dengenin terazisini hep şaşırdım. Aklın fısıltısını duysam da, kalbimin çığlığına teslim oldum. Çünkü bana göre akıl düşünmek için, yürek ise hissetmek için var. Ve aşk dediğimiz şey, tam da hissettiğimiz yerde hayat buluyor.

Ve hayat bana şunu da gösterdi: Bazı insanlar kalbin sürüklediği fırtınaya kendini bırakmaz. Onlar için aklın çizdiği yol, aşkın çağrısından daha güvenlidir. İşte bu noktada yollar ayrılıyor. Çünkü bir taraf aşkı seçerken, diğer taraf aklı seçebiliyor.

Belki de yanlış sandığım seçimler, kalbimin bana anlatmak istedikleriydi. Belki de aklın “dur” dediği anlarda bile, yüreğin “git” demesi hayatımın öğretmeniydi.

Ben kendi adıma söyleyeyim: Yanlış sandıklarım bana en doğru dersleri verdi. Kalbimin sürüklediği fırtınalar beni büyüttü, yaraladı ama aynı zamanda yeniden inşa etti. Ve ben bugün biliyorum ki, 50’sinde bile yeniden başlamak kalpten geçiyor. Çünkü hissetmeden, sadece ileriyi düşünerek yaşamak bana çok soğuk ve haksız bir yaklaşım gibi geliyor. Hayatın bana öğrettiği şu: Aklın hesabı bazen yol gösterir, ama gerçek yaşam kalbin cesaretiyle başlar.

Eylül 2025

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir