Aile Olmak mı, Aile Kalmak mı? 

Bodrum yazı çok şükür kalabalık geçiriyor, kışın yalnız ve melankolik havasını dağıtmak için başka türlüsü de yeterli olmaz zaten .

Oğlum hasretim, onun gelip giden arkadaşları gençlik enerjilerim benim. Yazın keyfi onlarsız çıkmaz …

Bu sabah, günlerdir oturulamayacak kadar sıcak olan bahçem nihayet eski haline döndü…Püfür püfür esen bir rüzgar, karşıda deniz…Ve ben, oğlumla ve onun iki yakın arkadaşıyla birlikte kahvaltıdayım.

Üçü de tek çocuk. Ama 10 yaşından beri kardeş gibi büyüdüler. Birbirlerinin evlerinde kaldılar, aynı sofralara oturdular, aynı dertleri, aynı oyunları paylaştılar. Kan bağı yoktu aralarında ama bağ vardı — güçlü, sessiz, derin bir bağ.

İşte tam da onları izlerken, “aile” ne demek, bir kez daha düşündüm.

Aile dediğimiz şey nedir gerçekten?

Aynı evde yaşamak mı? Nüfus cüzdanında aynı soyadı mı? Bayramlarda arayıp hâl hatır sormak yoksa amcam yada halam var ama ben hiç tanımıyorum demek mi ?

Yok hayır… Bunlar dış kabuk.

Aile dediğin şey, hayatın içinde birbirini gözetmektir.

Çok klişe olacak belki ama gerçekten de iyi günde, kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta diğer aile fertlerinin yanında durabilmektir. Kim seni dinledi, sustuğunda anlayabildi? Kim bir şeyi anlatmadan bile gözünden anladı? Ve en önemlisi, kim zamanında oradaydı?

Bazı insanlar doğduğu evde hiç aile gibi hissetmez mesela.O sıcaklık yoktur. O bağ…

Ama dostlarıyla, doğayla ve doğadaki diğer canlılarla , hatta bazen sanatın bir dalıyla kurduğu bağlarla kendi ailesini kurar insan yeniden. Çünkü aile, doğduğun yer değil, kendini en güvende hissettiğin yerdir.

Bazen kan değil, emek bağlar bizi birbirimize. Birini “aile” yapmak için illa kan bağı gerekmez.

Şimdi biraz daha derin düşüncelere dalıyorum .

Özellikle de boşanmış ailelerde…Anne ya da baba fark etmez —Eğer biri hızla kendine yeni bir aile kurma telaşına girerse, ya da daha evdeki aileyi henüz bozmadan dışarda başka bir düzen kurar ve çocuğa bunu hazır değilken gösterirse…Yada daha fenası çocuğunu bu düzenin dışında bırakarak ona kendi evinde evlat gibi değil de misafirmiş gibi davranırsa …. İşte orada derin bir kırılma oluyor .

Çünkü çocuklar her şeyi hisseder.Henüz adını koyamaz belki ama içi sızlar.

Beni biri ya da bir şey için tercih etti” diye geçer içinden.

Ve o sızı kolay kolay geçmez.

Bu yüzden boşanmış çiftlerin ilk önceliği çocuklarıyla ve ayrıldıkları eşleriyle kurdukları “eski” aileyi, yeni bir düzlemde ayakta tutmak olmalı.

Evet, o aile artık eski haliyle devam etmiyor.Ama form değiştirerek de olsa hâlâ bir aile olarak kalır . Duygusu kalır . Saygı kalır. Özen kalır. Daha doğru bir söylemle kalmalıdır …

Yeni hayatlar kurmak hepimizin hakkı.Ama yeni bir düzen kurarken, eskinin içinde kalanlara özensiz davranmak…İşte o, bir çocuğun ömür boyu taşıyacağı en derin yalnızlık olur.

Çocuk büyür.

Ama büyürken yanında olmayan birinin, yıllar sonra “Hadi artık aile olalım” demesiyle her şey düzelmez.Çünkü çocukluk geri gelmez.İnsan en çok ihtiyaç duyduğu zamanlarda kimin var olduğuna bakar.

Ve o zaman yanında olmayan biri, yıllar sonra ne kadar çabalarsa çabalasın… O boşluğu dolduramaz. Kırgınlık illa bağırıp çağırmakla çıkmaz ortaya.

Bazen sadece uzak durur çocuk. Konuşmak istemez.Görüşmek istemez.Cevapları kısa keser, ilgisizleşir… Ve bu uzaklık, geç kalmış ilgiyi eskisi gibi içeri almaz artık.

Çünkü çocuk, büyürken kendine bazı sorular sormuştur çoktan:

“Ben neden seçilmedim?”

Beni neden o hayatın dışında bıraktı?”

“Ben neden onun ailesi olamadım?”

Ve bu soruların cevabını artık duymak istemez bile.

Çünkü bilir:

Güven, sonradan değil, zamanında kurulur.

O yüzden belki de hepimizin kendine sorması gereken sorular şunlar :

Aile, sadece aynı evde yaşadıklarımız mı?

Yoksa hayatı birlikte taşıyanlar mı?

Ve en önemlisi :

Evli ya da boşanmış fark etmez… Önemli olan, hayatımızda “aileyim” dediğimiz insanlara gerçekten o bağı hissettirebiliyor muyuz?

Ağustos 2025

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir