Isırsa da Severim: Bodrum’dan Bir Yaz Hikayesi

Bodrum’un kalabalığı bu yaz geçen yıllara göre bile daha yalnız gibi.

Yazlıkçı komşularım yavaş yavaş siteyi doldurmaya başladılar ama yüzlerinde tatil huzuru yok. Daha çok “nasıl idare edeceğiz” endişesi var sanki.

Bir de yangınlar… Ah o yangınlar! Ormanlar gibi insanın içini de yakan o yangınlar… Gerçekten yaz gelmesin dedirtiyor insana.

En iyisi Bodrum’u İsveçli yan komşum gibi yaşamak. Onlar kışın gelir, 90 günlük vizeleri yettiğince kalır, yazın sıcağını ve kalabalığını sakin ülkelerinde geçirirler. Sonra yaz sonunda, yine kışlamak üzere gelirler.

Bir de kedi sever bu komşularım… Site sakinlerinin tüm şikayetine rağmen bahçelerinde 15-20 kadar sokak kedisini beslerler. Hepsinin adı, doğum tarihi bellidir. Hepsini kendi imkânlarıyla kısırlaştırdılar, hasta olanları tedavi ettiler, iç dış parazit uyguladılar. Yani sokakta yaşıyorlar ama ev kedisi gibi bakılıyor hepsine.

Benim için bu kadar kedinin yan bahçemde olması sorun değil. Ben canlıyı severim. İki ayaklı, dört ayaklı ya da kök salmış toprakta… Fark etmez benim için.

Ama bir sorunum var: Komşular İsveç’e dönünce kediler çok üzülüyor. İlk gün neredeyse çocuk gibi kapının önünde ağlıyorlar. Öyle ince, tiz bir sesle inleye inleye… Yüreğim dayanmıyor. Her yıl aynı şey oluyor. İlk iki gün benim bahçeye gelip oturuyorlar. Onlar ağlıyor, ben ağlıyorum. Çünkü ayrılık acısı nedir, iyi bilirim.

Sonra yavaş yavaş dağılıyorlar, başka sitelere, başka evlere… Ben de sitedeki diğer komşulara çaktırmadan gizlice besliyorum onları. Kavga gürültü çekecek halim yok benim. Gariban hayvanlara yemek veriyorum işte.

Bu yıl ilk kez yemek verirken “çekil sıranı bekle” diye azarladığım bir tanesi bana sinirlendi ve arkamdan saldırıp beni bayağı derin ısırdı. Önce şok oldum. Daha iki gün önce diz dize oturup birlikte ağlaştığım, yalnızca yemek değil sevgimle de beslediğim o kedicik nasıl böyle sinsi bir hareket yapar diye düşündüm.

Arkadaşıma anlattım, “Kedi de sevme bir zahmet” dedi. “Nankördür kediler, kızım.”

Aldı beni bir düşünce…

İçimizdeki sevgiyi karşımızdaki canlının doğasına göre mi veriyoruz biz? Köpeği sadık diye mi seviyoruz? Ya da karşımıza aşk çıkınca onun sevgisi bizi iyi hissettirdiği için mi seviyoruz o kişiyi?

En sevmediğim cümle: “Senin sevgin bana iyi geliyor.” Gerçekten mi? Sevgi bence herkese iyi gelir de sen beni  bunun için mi seviyorsun ?

Bir de şu var: Kedi nankör diye sevmeyelim mi? Yuva bildiği kapı duvar olduğunda oturup ağlamasına eşlik etmeyelim mi? Yardıma muhtaç bir canlıyı sırf doğasını beğenmiyoruz diye sevmemek olur mu? Bence olmaz .

İnsan için de atalarımız söylemiş zaten: “Gönül bu, ota da konar, boka da.”

Sevmenin matematiği yok, algoritması yok. Seversen seversin işte  içinden geldiği gibi.

Ha ısırır mı? Isırır. Benim gibi paşa paşa kuduz aşısına gidersin dört doz. Bodrum’da bulamazsın, Milas’a gidersin bir saat gidip bir saat dönersin, seve seve.

Bir sonraki severken de bilirsin: “Kedi bu, nankör. Isırır.”

İnsanın da bin türlü huyu var, o da kolay değil.

Yaralanırsın, tedavi olursun, sonra sevmeye devam edersin.

Sevda yolunda yaşadığımız her hayal kırıklığını sırtımızda taşımak insanı çok yoruyor.

Yıllarca sevgisiz süren evliliğimin yükünü daha yeni yere bırakmışken, onunla bile yeni yeni helalleşmeye başlamışken…

Artık başka nedenlere, niçinlere yer yok içimde.

Olmuşsa olmuştur be kardeşim.

Kedi ısırır, arı sokar.

Korksaydık ne severdik ne bal yerdik.

Temmuz 2025

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir